ÖNYARGI
Her zamanki gibi yorgun kalktım yatağımdan. İçimde bir huzursuzluk vardı. İsteksizce mutfağa yöneldim, acıktım mı diye kendimi sorgularken çayın altını yaktım. İçim içime sığmıyordu. Çay bir yandan kaynarken doğan günden umut ederek perdelere sarıldım, açar açmaz gökyüzüne baktım, belki bir mavilik bir güneş pırıltısı bir kuş görmenin umuduyla. Fakat yok o gün gökyüzünün evin tavanından hiçbir farkı yoktu. Bir yandan yüreğimi sorgularken bir yandan da bugünle nasıl baş edeceğimi düşünüyordum. Neydi bugünü böyle yapan sanki bana mücadele için göz kırpmıştı. Bunları düşünürken çalan bir telefon hadi kolay gelsin diyordu adeta. Kalbimin atışı telefonun çalma sesiyle beraber gittikçe hızlanıyordu derken daha fazla dayanamayıp telefonu açmaya karar verdim. Biraz daha gecikseydim kalbim durabilirdi. Arayan Cihandı sesinde yorgunluk üzüntü kötü olan ne varsa hepsi hissedilebiliyordu. Elif Hülya'nın sana ihtiyacı var derken bir anda olduğu yere yığılıverecekmiş gibiydi. Hülya hastanede ve bana ihtiyacı olduğunu söyleyen eşi bense telefonun ucunda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ne olmuş olabilirdi Hülya'ya Hülya iyiydi fakat bebeği o geldi aklıma. Cihan bebekmi derken Cihanın kullandığı son cümle buraya gelmen lazım oldu. Hastaneye gitmek için aceleyle hazırlanıp evden çıktım. Yolda giderken düşünüyordum neler kuruyordum kendi kendime öyle. Bebek ya bebeğe bir şey olduysa ben onu nasıl teselli edecektim? Bilemezdim ki ben! Hastaneye vardığımda gökyüzü halen daha aynıydı. Evimin tavanı gibi hastanenin tavanı da aynı. İçeride miyim dışarıda mıyım fark etmiyordu. Hülya'nın yattığı odanın kapısına geldiğimde Cihan akıtamadığı gözyaşlarının mücadelesiyle kıpkırmızı olmuş donuk gözlerle bana bakıyordu. Hülya ise uyuyordu. Cihan cenaze işlemlerini halletmek için beni beklemişti benim Hülya'nın yanında kalmam için. Hülya kolunda serum gözlerinin altında mor halkalar yanağında gözyaşlarının kurumuş izi ve tüm vücudunu bir daha kalkmayacak gibi yatağa bırakmış bir haldeydi. Bebekleri binbir umutla bekledikleri bebeklerini kaybetmişlerdi. Ne yapacağımı bilemedim ölümün yüzü soğuktur derler acaba bu bir bebek olunca daha mı soğuk oluyor. Buz kesmiştim adeta oturdum ve Hülyanın uyanmasını bekledim. Cihan işlemler için kapıya doğru giderken aklı belli ki Hülyadaydı. İki kere yorgundu Cihan bir yanda eşi bir yanda bebeği ve ayakta durmak zorunda olan bir bedeni. Hülya yavaş yavaş gözlerini araladı boş ve anlamsız bakışlarla beni süzdükten sonra elini güçlükle kaldırıp karnına getirdi. O boşluğun verdiği acıyı anlatmak ister gibi bir daha gözlerime baktı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Vücudumda sadece sıcak olan gözlerimden süzülen yaşlardı. Onu teselli edecek hiçbir söz yoktu. Sadece karnında tuttuğu elinin üzerine kendi elimi koydum. Sessizce bakıştık. O boşluk bana birşeyleri hatırlattı. Hülya'nın elimi itmesi ile irkildim, düşüncelerim dağılıverdi. Anlayabiliyor musun Elif anlayabiliyor musun diye sitemli bir sesle soruyordu Hülya bana. Ne demek istediğini anlayamamıştım Neyi Hülya dedim. Anlayamazsın dedi. Ben yine neyi anlamam gerektiğini anlamayarak Hülya yorgunsun dinlen diye bildim. Çünkü biliyordum ki hiçbir söz onu teselli etmeye yetmeyecekti. Hayır yorgun değilim boşum sadece dedi bunu anlayamazsın. Sen bu boşluğu anlayamazsın. İçimde kocaman bir boşluk var acılı idi anlıyordum fakat açıkça ne demek ne ima etmek istediğini anlayamamıştım derken asıl canımı acıtan noktayı koymuştu. Nasıl anlayacaksın ki içindeki varlığın canın birden kaybolup gitmesini. Ben bir kat daha üşümüştüm. Tıpkı o gün gibi gençliğime yeni adım attığım yaşlarda geçirdiğim bir kaza sonucu rahmimde kalan o boşluğu tüm tedavilerin sonuçsuz kaldığı sayısız ameliyata girdiğim o soğuk masada üşüdüğüm günleri ve ömür boyu yerini dolduramayacağın bir boşlukla yaşamam gerektiğini seneler sonra Hülya vurmuştu yüzme. Acısına verdim sustum.
CEYDA GÜLSEVER / 01.01.2019 / Hiç göremediğim sevgili kardeşim Songül ün anısına…